Her dizesinde milletimizin ruhunu, inancını, kararlılık ve cesaretini yansıtan İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un vefatının 88. yılı bugün.
Ve aynı zamanda canları yakan, yürekleri sızlatan bir vefasızlık hikâyesinin baş kahramanının vefat yıl dönümü...
M. Akif'i; "Mehmet Akif Ersoy, sadece büyük bir şair veya edebiyat dâhisi değildir. O aynı zamanda cihanşümul değerlerin, sağlam bir imanın, derin bir vicdanın, millet sevgisinin ve ilim-irfan meşalesinin tam manasıyla taşıyıcısıdır." gibi alımlı cümlelerle anlatmak mümkün. Fakat biz defalarca duyduğumuz bu özelliklerinin bahsini başkalarına bırakıp, pek değinilmeyen ya da başka bir söyleyişle (hepimizin mâlumu farklı gerekçelerle) değinilmek istenilmeyen özelliklerini anlatmak isteriz izninizle.
Yazımızın omurgası olan "vefasızlığı" yüreğimizde hissedebilmek adına onun hayatını kısaca özetlemek iyi olur diye düşünüyorum.
Zor yıllar..Savaştan mağlup çıkılmış, ülke toprakları düşmanlarca işgal edilmiştir.
Mehmet Akif, çağrıya uyup kurtuluş mücadelesine destek vermek için kasaba kasaba, şehir şehir dolaşıp camilerde, bitmeyen savaşlardan, savaşların getirdiği moral çöküntüsü, açlık ve sefaletten yılmış insanları milli mücadeleye davet eden vaazlar verir.
Kurtuluş Savaşı, tüm imkansızlıklara rağmen milletin olağanüstü fedakarlık ve mücadelesi ile kazanılır, cumhuriyet ilan edilir. Padişaha bağlılık yemini, hilafeti korumak, İslâmi esaslara göre yaşanacak bir devlet kurmak adına duâlarla başlayan mücadele; padişahın ailesiyle ülkeden kovulması, hilafetin ilgası, devletin Batı'dan alınan ilkelere göre düzenlenmesine doğru evrilince, düşünceleri herkesin mâlumu olan Mehmet Akif, birilerinin gözünde "olağan şüpheli" durumuna düşer.
Meclisteki işine son verilir. Bir emekli maaşı vardır; o da çok görülür. Peşine polis takıp öyle bunaltırlar ki can dostu Eşref Edip'e "Arkamda hafiye gezdiriyorlar. Vatanını satmış adam muamelesi görmeye tahammül edemiyorum'' deyip canından çok sevdiği yurdunu terk ederek Mısır'a yerleşmek zorunda kalır. O yıllar (1929) tüm Dünya'nın ekonomik krizle boğuştuğu zamanlardır. Düzenli geliri olmadığı için orada da çok büyük sıkıntılar çeker. Hastalanır, son nefesini canından çok sevdiği topraklarda vermek ister, vatanına döner. Çok yaşamaz;çünkü hastalığı ilerlemiştir ve 27 Aralık 1936'da vefat eder.
"Devletlüler", M. Akif'in kimseye duyurmadan sessiz sedasız gömülmesini uygun görür.
Dönemin tek parti iktidarının Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, İstanbul Valiliği'ne gönderdiği mesajda cenazeye sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını ister.
Emir üzere Akif’in cenaze namazı için herhangi bir resmi tören hazırlanmamıştır. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmamıştır.
Ama olaylar "devletlülerin" istediği gibi cereyan etmez. Millet, İstiklal Şairine sahip çıkmıştır.
Akif'in vefat ettiği günü Mithat Cemal şöyle anlatıyor:
"Cenaze Beyazıd'dan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. 'Bir fıkara cenazesi olmalı.' dedim. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç akın akın geldiler. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım. İstiklâl marşıyle gömdüler.
"Fetihten beri şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk ölü!"
Cenaze töreni,devlet tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmektedir. Yetkililerin uyarısına rağmen cenaze törenine katılanlara soruşturma açılır.
Akif'in mezarının başında ateşli bir konuşma yapan Prof.Dr. Abdülkadir Karahan'ı Emniyette bir şube müdürü:
"Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptın?'' diye sorguya çeker.
Soruşturulanlardan biri de şarkıcı Tarkan'ın amcası Fethi Tevetoğlu'dur. Cenaze töreninden sonra takip edilip hakkında raporlar hazırlanır. Bu raporlardan birinde şöyle yazar:
"Şimdiye kadar şüpheli hâl ve temasları görülmemiştir."
Milletin şairine, milletin teveccühü zorlarına gitmiş olmalı ki Akif'in ölümü, ertesi gün gazetelerde, bir iki sütuna, sıradan birkaç haber gibi yayınlanmış, bununla yetinilmemiş bir süre sonra "Kimseler yüzüne bakmadı, bitler içinde öldü" türünden yalan ve aşağılayıcı yazılar çıkmıştı.
Aradan uzun yıllar geçer...Yıl 1966..Merhumun sahipsizlikten uyuşturucu ve içki müptelası olan evladı Emin ise bir gecekonduda yaşamak(!)tadır, buna yaşamak denirse...Kimsesizlik ve yoksulluk içinde geçen hayat mücadelesi, Tophane’de bir kış günü, açık bir kamyonun karoserinde donmuş olarak son bulur.
Babasına vefasızlığın en büyüğünü layık görenlerin "izinden" gidenlerin, rahmetlinin oğluna sahip çıkmasını beklemek saflık olurdu?
Nâzım Hikmet,Abidin Dino'ya; "Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin" yerine "vefasızlığın resmini yapabilir misin?" diye sorsaydı, ressam,o resmi çok daha kolay yapabilirdi eminim ...cesareti varsa elbet..
Yazımızı üstad İsmet Özel'in kafa konforumuzu sarsacak şu tespiti ile bitirelim:
"Biz kendisine İstiklâl Marşı vermiş olan bir şairi bağrına basamayan bir toplum olarak, bu lekeyi hâlâ üzerinden silememiş bir toplum olarak yaşıyoruz."
Mekanı cennet olsun.
Muhterem, edebi ve ilmi konulara bile siyasi gözlükle bakıyorsun ya, bravo. Bu ülkenin en büyük meselesi siyasal İslam bakış açısıdır. 2024 Emekliler Yılı olacak dediniz, emeklileri çöpten sebze toplamaya, karanlıkta ucuz kıyma kuyruklarına, ucuz ekmek kuyruklarına mahkum ettiniz. Yalancı tuik bile enflasyonu % 47 açıklarken, utanmadan asgari ücretliye % 30 zam verip , çalışanları enflasyona ezdirmedik, anlayışındadır sakatlık...Konumuza gelince, Atatürk ve Mehmet Akif milli mücadele kahramanlarıdır. Birlikte ülkeyi İngilizlere teslim eden padişaha ve emperyalist güçlere karşı savaştılar. Din simsarlarına ve hurafelere karşı ortak mücadele ettiler. Başardılar da.Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulunca görüş ayrılıklarına düştüler ve bu normaldi. Aralarında bir düşmanlık olsaydı, halifeliği kaldıranlar İstiklal Marşı'nı değiştirip Akif'i silebilirlerdi. Olmadı, çünkü ne Atatürk, Akif'e ne de Akif Atatürk'e düşmandı.Ancak bugünün siyasal İslamcıları ikisine de düşmandır. Saygılarımla
Müslüm Gürses “Şu vefasız alemin her şeyine darıldım akan göz yaşlarını ellerinle sil dediler” diye boşuna şarkı söylemedi.
Allah razı olsun Metin abi kalemine sağlık