Kur’an bize, “iman edin ve Salih Amel işleyin” diyor. İmanın öncelikli olması ve amelin imandan kaynaklanması işin esasını teşkil ediyor. İman amelden çıkmaz, fakat, amelin meyvesi iman ile alınır. İman hakikatleri Kur’an ayetlerinin %95’ini oluşturur. Yani, Kur’an’ın öngördüğü terbiye öncelikle iman terbiyesidir. O nedenle bir Müslümanın öncelikle Kur’an’ı tanımaya ve doğru anlamaya ihtiyacı vardır.
Ameli ibadet yapan dayandığı imandır. Dini sadece amele göre değerlendirmek dindarlık algılamalarımızı amel üzerinden oluşturmamıza neden oluyor. Meseleyi içki içmiyor, namaz kılıyor değerlendirmesi üzerinden okuduğumuzda her zaman doğru tespite varamayabiliyoruz. Bazen bir kişinin mesela içki içmesi -evet ameli kötü ama- mutlaka o kişinin kötü olduğunun belirtisi olmayabiliyor. Bir kişinin içki içmemesi de o kişinin iyi amel sahibi olduğunu göstermeyebiliyor. Önemli olan içki içme veya içmeme amelinin Allah emrediyor ya da yasak ediyor şuuru ile yapılıyor olmasıdır. O zaman içki içmeme şuuru “ubudiyet” (kulluk) oluyor. Zira amele değer kazandıran imandır.
Kültürümüzde “dini amelden ibaret görme” anlayışı ağır basar. Yani, “Amel varsa, iman zaten vardır. İman olmazsa amel neden olsun ki?” düşüncesi hakimdir. Bu durum İslami eğitimin istikametini belirlemede de etkili oluyor. Amelinde eksiklik olan kişiye amelden önce iman eğitimine ihtiyaç vardır. Mesela; İslam’a göre alkollü içki yasaktır. Ancak hiç kimse içkinin yasak olduğunu bilmediğinden içiyor değildir. O nedenle kişiye sadece içkinin yasak olduğunu anlatmak çoğunlukla vaz geçirici olmuyor. İçki içen birini vazgeçirmek için o kişiye; Yaratıcısını tanıtmak, O’nun kulu olduğunu, O’nun mülkünü O’nun rızası dışında tasarruf etme hakkına sahip olmadığını, yani İmanın hakikatini kavramasına yardımcı olmak, Yaratıcının sevgisinin onun kalbine yerleşmesine vesile olmak gerekiyor. Mesele yaratana sevgi, saygı ve iman esasında ele alınmalıdır.
Bir insan hayatı boyunca helal olan yiyecek içecekle beslense, bu ona iman kazandırmaz. Yiyip içtiği şeylerin yaratanını tanıma şuuru nispetinde o kişinin imanı oluşur, olgunlaşır ve sabitleşir. İmanı sağlam ve sabit kılan, helal ya da haramın kendisi değil, kişiyi o amelin yapılmasına sevk eden bilinçtir. Yani sırf Allah emrettiği için yapmak ya da yapmamaktır. Emredeni tanıyarak, mülkün, tasarrufun, kudretin, yani İlah’(yaratma, yaşatma, yönetme)lığın O’nun olduğunu kabul ederek, söz ve eylemi O’nun rızası doğrultusunda gerçekleştirmektir. Bir amelin ibadet olması; sahibine haramın değil de helalin tercihini yaptıran faktördür. Eğer böyle bir faktör yoksa, helalin Rabbi devre dışı bırakılarak, O’nu tanıyan bir bilinçten uzak şekilde yapılan söz ve davranışların kulluk anlamında bir anlamı yoktur.
Amel imandan kaynaklanıyorsa ibadet olur. Secde ile Allah’a yaklaşmak, Allah’a yaklaşma şuurundan dolayı bir değer kazanır. Yoksa secde sadece kafanı yere koyma amelinden ibaret değildir. Secde etmek için kafamızı yere koyduğumuzda, bu iman şuuru bize; Rabbimizi tanıma, onun büyüklüğünü kavrama, aczimizi itiraf etme anlamında bir kimlik kazandırıyorsa bizi Allah’a yaklaştıran en makbul amel olur. İmanımızın sabitleşmesi için yapılmış bir “dua’ hükmüne geçer. Önemli olan, secde amelini öne çıkarmak değil, kime secde ediyor olduğumuzun bilincinde olmaktır.
Müslüman kendisine verilen bütün duygularını, o duyguları vereni tanımak için kullanma iradesinde olmalıdır. “Allah bir” deyip, O’nun mülkünü ve ilahlığını başka sebeplere, ağaca, taşa, güneşe, doğaya, tabiata, tesadüfe taksim etmek ve onlar üzerinden bir işleyişin var olduğunu kabul etmek Allah’a şirk koşmaktır.
İman sahibi olmayan bir insan için yaptığı güzel amellerin hidayetine vesile olması temenni edilir. Aksi takdirde onun için iyi insan, dürüst insan gibi tanımlanmalar doğru olmaz. Zira inanmamak ve dürüst kelimeleri birbirine zıt kavramlardır. Allah’a inanmayan insan: “Ben, kendimin ve fillerimin yaratıcısıyım”, “Domates topraktan çıktı”, “Ağrı kesici başımın ağrısını geçirdi” vb. şifayı ilaçtan, meyveyi ağaçtan bilen, yaratılanda yaratanı görmeyen, yaratılış ve işleyiş olayını başka güçlere yükleyen itikadı ile en büyük yalanı söylüyor ve Allah’a en büyük iftirayı atıyor demektir. Hayatı yalandan ve iftiradan ibaret olan bir insan nasıl iyi ve dürüst insan olabilir?
İman ile yapılan amel dergâh-ı ilahinin kapısını çalmaktır. Allah’ın rızasını kazandırarak imanın olgunluğuna vesile olur. Fiili dua yerine geçer. İman ve doğru niyet ile yapılan güzel amelin kendisi bizzat duadır. İmansız ama doğru niyetle yapılan güzel amel de Allah’ın rızasını netice verip kişinin hidayetine vesile oluyorsa onun ebedi hayatı için bir anlam taşır.
“İnkâr etmemek” ile “iman etmek” aynı şey değildir. İman, yaratıcıyı ve onun hükümlerini kesin kabul ile oluşur. Kişi bazen inkâr etmediği şeye iman ettiğini zannedebilir. Böyle bir inkâr etmeme halinden kaynaklanan iman da “ibadet” hükmüne geçen ameli netice vermeyebilir. İmanlı olan kişinin iyi niyetle yaptığı güzel davranış ancak ibadet değeri taşır. O halde Salih Amel; imanın gereği, ibadet bilinci ile yapılan her şeydir. Bu bilinç olmadan, körü körüne amel eden kimse, doğru istikamette yürümeyen kimseye benzer. Süratle gidişi, onu hedefinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Eyvallah Mustafa Hocam. Allah Razı olsun. Cumamız bizlere ve İslam alemine hayırlar getirsin inşallah
Rabbim dinini tam manasıyla anlayabilmeyi ve hayatımızı ona göre yaşamayı bizlere nasip eylesin.
körü körüne amel eden kimse, doğru istikamette yürümeyen kimseye benzer. Süratle gidişi, onu hedefinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Kaleminize kuvvet, ilminize yüreğinize sağlık üstadım. Müstefid oluyoruz.
Bir insan hayatı boyunca helal olan yiyecek içecekle beslense, bu ona iman kazandırmaz. Yiyip içtiği şeylerin yaratanını tanıma şuuru nispetinde o kişinin imanı oluşur, olgunlaşır ve sabitleşir. İmanı sağlam ve sabit kılan, helal ya da haramın kendisi değil, kişiyi o amelin yapılmasına sevk eden bilinçtir.
Hocam ne güzel ve önemli bir konuyu ne güzel anlamışsınız.